Bizi çevreleyen hava tabakası, aşağıdan bakıldığı zaman mavi görünür. İnsanoğlu tepesindeki gökyüzünün havadan başka bir şey olmadığını anladığından çok önceleri bile, hatta varolduğu günden beri bu gerçeği bilmektedir. Ama yerküreyi kaplayan bu hava tabakasına dıştan bakildığında cam göbeği renginde göründüğünü ancak 1968 yılında öğrendi. Yeryüzünü uzaydan seyreden ilk insanlar, Apollo 8 füzesinin uçuşuna katılan Amerikalı uzayadamları Borrnan, Lovell ve Anders olmuştur.
Eğer biz. Mars gezegeninde yaşayan varlıklar olsaydık, Yer'e «Mavi Gezegen» adını takardık. çünkü onu bu renkte görecektik, tıpkı şimdi Mars'a «Kırmızı Gezegen» dediğimiz gibi. Uzay adamlarının çektikleri resimlerden de anlaşılacağı gibi, üstü yer yer beyazımsı bulutlarla kaplı mavi dünyamızın ne güzel bir görünüşü var! Ona uzaydan baktığımız zaman, insanların anlamakta çok geç kaldıkları bir gerçek hemen farkedilmektedir: Bizler yuvarlak bir gökcismi üstünde yaşamaktayız ve bu cismin katı maddesiyle bomboş gökyüzü arasında, henüz madde özelliğini yitirmemiş ama çok hafif olduğundan gitgide dağılan gazlardan oluşmuş bir kılıf bulunmaktadır.
Gezegenimizi meydana getiren cisimlerden bazıları gaz halindedir: Bunlar oksijen, azot ve hidrojendir. Katı maddelerle, kıtalar, sıvı maddelerin, göllerin, denizlerin üstünde bulunan bu gazlar atmosferi oluşturur. Yer'in düzeni bu şekilde kurulmuştur.
Ne var ki hidrojen gazı öyle hafiftir ki, yeryüzünün milyarlarca yılı bulan tarihi gittikçe atmosferin yukarı tabakalarina doğru yükselmiş, sonunda Yer'in çekiminden kurtulmuştur. Bu nedenle hidrojen yeryüzüne ancak başka cisimlere karışmış bir halde, özellikle suyun içinde bulunur. İşte bu yüzden hava esas olarak oksijen ve azot bileşiminden ibarettir. Havanın içinde yaklaşık olarak beşte bir oranında oksijen ve beşte dört kadar da azot vardır. Bu durum hayat için elverişli bir koşul yaratmaktadır. Eğer havanın içinde yalnız oksijen bulunsaydı ısı yükselince, ya da bir kıvılcım çakınca her şey bir anda tutuşur, yanar giderdi.
Küçük bir çocuk için, havanın varlığını anlamak pek kolay, değildir. Ona göre gerçek olan, eliyle tutabildiği, gözüyle görebildiği nesnelerdir. Oysa hava ne elle tutulur, ne de gözle görülür. Buna karşılık hava bize sımsıkı yapışmış, bütün gücüyle her yanımızı sarmıştır ve bizi asla bırakmaz.
Çok hafif olduğu halde havanın da bir ağırlığı vardır. Bir kitabın ya da derimizin her santimetre karesi, üstüne basınç yapan bir kiloluk havayı taşımaktadır. Ancak kağıdın öbür yüzü de aşağı yukarı aynı basınçla etkilendiğinden şu anda okuduğunuz sayfa yırtılmaz. Etiyle, kanıyla bütün vücudumuzun içindeki basınç da aynı olduğundan içteki basınçla dıştaki basınç birbirini dengeler ve biz de bir rahatsızlık hissetmeyiz.
Yerden yükseldikçe hava basıncı azalır, Atmosferin alt tabakalarında yoğun olan hava kuşların kanatlarına bir destek vazifesini görür; bir uçak da, çok yavaş uçsa bile havada ilerleyebilir.
Yukarıda, atmosferin üst tabakalarında, hava öylesine hafifler ve basıncı azalır ki, bir uçak ancak çok hızlı uçarsa boşlukta ilerleyebilir; yoksa düşer. Zaten hızlı uçabilmesinin bir nedeni de hafif olan havanın onun için bir engel meydana getirmemesidir.
Dağlara tırmanan dağcılar da havanın giderek azaldığının farkederler, ilk 2000 metreye kadar bir dağcının nefes alışı normal devam eder. Sonra hava azalmaya başladığı için en ufak bir çabada dağa hemen nefesinin daraldığını hisseder. Himalaya Dağları'ndaki gibi 6000 ya da 7000 metre yükseklikte, bir dağcı muhakkak oksijen maskesi takmak zorundadır. Bir balonla 10.000 metre çıkıldığında eğer özel bir donatım yoksa, insan hemen ölür.
Yerden 30 ya da 40 kilomete yüksekte atmoste in yoğunluğu bir uçağın havada kalabilmesine imkan vermez. Daha yükseklere çıkıldığında uçak artık bir füze gibi yol almalı; yani kanatlarını kullanmamalı, ancak yere inerken, atmosferin alt tabakalarına gelince onlardan yararlanmalıdır.
Demek oluyor ki atmosfer, yerden yükseldikçe yavaş yavaş azalmaktadır. Ancak atmosferin kesin bir sınırı da yoktur. Yer'in uzay boşluğundaki yolculuğu sırasında birlikte sürüklediği atmosferin izlerine binlerce kilometre uzaklarda bile rastlanmaktadır.